
Her ne kadar kimi platformlarda, belki afrodizyak etkisinden, yahut bal, süt gibi kimi gıdalarla karıştırılarak sanki bir kuvvet macunuymuşcasına servis edilişinden mütevellit sahip olduğundan farklı anlamlarla açıklanmaya çalışılmışsa da muz; en basit tanımıyla tropik bir meyvedir. sıcak iklimlerde yetişir. Bizim memlekette de üretiminin az olup büyük ölçüde ithal edildiğinden olsa gerek, gayet pahalıya satılır. besin değeri yüksek, vitamin-enerji deposu, pastaya, keke, pudinge de gayet yakışan bir meyve.
Eskiden, -eskiden derken çok eskiden değil şunun şurasında 90 larda- elit manavlarda ve mahalle pazarlarının zengin tezgahlarında elma armut gibi bu toprağın meyvelerinin 2-3 katı fiyatına satışa sunulan muzdan satın almak bir çeşit lükstü. Hatta yakın tarihlere değin herhangi bir hasta ziyaretine veya başka hediye götürülmesi gereken bir ziyarete gidileceği zaman kıymetli bir hediye olarak muz alınıp götürüldüğü görülmüştür. Bu yazıyı okuyanlar lütfen ' ulan tamam fakirlik vardı da Türkiye bu kadar da yoksulluk ülkesi değildi' demesinler, zira biraz sonra anlatacağım olayın geçtiği mekanlar gerçekten yoksul insanların yaşadığı yerlerdi.
Muza dönecek olursak, babam işçi olmasına rağmen bizim eve çeşitli meyvelerle birlikte muz da girerdi ara sıra. kendisini de tadını da tanırdım. Ancak herkes benim kadar şanslı değildi.
90 lı yılları yaşıyorduk. yer yaşadığım şehirdeki çarpık yapılaşmış gecekondu mahallelerinden biriydi. Anlaşılacağı üzere ekseriyetle maddi durumu zayıf olan kişilerin yaşadığı bir yerdi. Hatta bu mahalle bana arabaların arkasından koşan çocuklarıyla, kimi işlerde imece usulunu kullanan insanlarıyla, yaşama şekilleriyle Kemal Sunal'ın orta direğin sıkıntılarını anlatan 80 li yıllara ait filmlerinden çıkıp gelmiş gibi görünürdü. Kahir ekseriye köyden şehire yeni göç edenlerin yaşadığı bir mahalleydi, dolayısıyla köyden pek bir farkı da yoktu. Sonraları hayatın gerçeklerini anlamaya başladıkça kızmıştım bu mahallede oturanlara, hepsine değil ama. Tamam, bazıları gerçekten yoksul insanlardı ancak bazıları vardı ki; para biriktirmek için pek çok lüksten vazgeçiyorlardi. Ancak farkında değillerdi ki, ileriye yönelik olarak iyilik yaptıklarını düşündükleri çocuklarının çocukluklarının bir yanını buruk bırakıyorlardı. Yani demem o ki, bazıları gercekten para harcamayı bilmeyen çarıklılardı.
Bu mahallede amcamlar otururdu. Biz de ben 2 yaşıma gelene kadar bu mahallede oturmuştuk; daha sonra biraz daha eli yüzü düzgün, genelde memurların yaşamayı tercih ettiği bir semtten apartman dairesi alıp taşınmıştık. O mahallede oturmasına karşın amcamın maddi durumu iyiydi. Bir dönem ticaretle uğraşmış, sonra işler bozulmaya başlayınca bırakıp başka işlerde çalışmıştı. Evi 2 katlıydı, alt katı kiraya verir kendisi üst katta otururdu. Evinin geçimini rahatlıkla sağlayıp çeşitli gıda maddelerinden çoluguna çocuğuna tattıracak kadar geliri vardı. Dolayısıyla muzun tadını benim amca çocukları da o mahallede yaşamalarına rağmen bilirlerdi.
Mahalle, otomobilin önceye nazaran yaygınlaşmış olmasına rağmen, araba görünce eski türk filmlerindeki gibi peşinden koşan çocuklara sahipti.
Amcamları ziyarete gittiğimiz bir gün, büyükler evde otururken biz çocuklar çocuk aklımızla dışarı çıkmıştık. Mahallenin diğer çocukları da oradaydılar. Türlü oyunlarla meşgul olurken yolun aşagısından sarı bir ticari taksi göründü. Gelen, amcamın, şehrin kıymetli yerlerinde muhtelif sayıda ev ve dükkânları olan, duraklı ticari taksi sahibi kayınbiraderiydi. Arabanın arka koltuğunda ise türk filmlerinin zengin çocuğu şımarık piç rolünü oynayabilecek kadar şımarık torunu vardı. Kayınbiraderin tontonluk cihetinden Hulusi Kentmen rahmetliyi anımsatması ise sahneyi çok daha yalancı kılıyordu ama gerçekti. Eve yaklaşırken araba yavaşladı, biz çocuklar da o dönemi yaşayan ve arabayı nadir görebilen pek çok çocuk gibi arabayı seyre daldık. Arka koltukta oturan şımarık çocuğun elinde muz vardı. Soyulmuş ve yaklaşık dörtte üçü yenmiş. Araba tam önümüzden geçerken mahallede yaşayan dar gelirli bir ailenin çocuğu " aaa muz" şeklinde gayet şaşırmış, ve de sanki ilk defa muzu bu kadar yakından görmüş gibi bir tepki vermişti. işte o an ben de çocuk yaşta olmama rağmen içim burkulmuştu. Tabii bilmeyiz o zamanlar gelir dağılımı, adalet, hak, eşitlik ıvır, zıvır...
O günler zor dönemlerdi. insanlar ev sahibi olabilmek için kooperatife girerler, araba sahibi olabilmek için ise emekliliği beklerlerdi. Neyse ki kriz teğet geçti; eminim artık o çocuk muz yiyordur/ yemiştir. Ancak yukarıda bahsettiğim olay hala benim içimi burkmaktadır.